ELİNDEKİ TEK VARLIĞI İNANCI








TÜRKİYE SESİMİZE SES VER



HERKES SAĞLAM KİŞİ BİR ÖZÜRLÜ ADAYIDIR



WWW.BLOGMAME.COM



9 Ağustos 2011 Salı

KARANLIKTAN AYDINLIĞA

Dizüstünde Son Nefes

Mahmut Sami Efendi 1892 yılında her insan gibi ağlayarak dünyaya gelir. Hayatı boyunca ağlamayı göze alan bir Allah dostu olur. Hukuk fakültesinde öğrenim görür. Boş konuşmayı sevmez ona sorulan sorulara da ya bir ayetle ya da bir hadisle karşılık verirdi. Gümüşhanevi Dergâhında bir zat ondaki bu hali görür ve onu yoğurur. Sami Efendi çok kabiliyetli ve çalışkandır. Vaktinin büyük kısmını hizmet etmekle geçirir kalan kısmında da ibadet ederdi. Şüphesiz Allah ve insanlık için yapılan hizmet bir ibadettir. Akşam herkesle beraber uyumasına karşın sabah çok erken uyanır dergâhın temizliğini yapardı.
Genç yaşta Allah yolunda
Yaşı 28 olduğunda memleketi Adana’ya döner. Ailesinden kalan mirası üzerine almaz ve hepsini bağışlar. Mirası almaktan korkar çünkü çalışmadan almak onu çok rahatsız ederdi. Mirasın sakıncasının olmadığı halde takvasını çok yoğun yaşardı. Sami Efendi zaten kendi kazandığı parayı da infak ederdi. Dünya işleriyle pek ilgilenmez sohbetlerinde de siyasi yahut ticari söz bulunamazdı. Her sohbetinde kalbin ıslahına dikkat çekerdi. Namazı huzurla kılmayı, Kur’an-ı Kerim’ i manasıyla okumayı tavsiye ederdi.
Mukaddes topraklara 54 yaşında basmak nasip olmuştu. Sami Efendi’nin küçük yaşlardan beri içinde Medine arzusu vardı. Medine’den döndüğünde hüzünlenmişti. Orayı çok özlüyordu. En çok arzuladığı şey Medine’de yaşamaktı. İkinci hac vazifesinden sonra ailesiyle Şam’ a taşındı. Medine’den ayrılalı çok olmasa bile Medine kokusu burnunda tütüyordu. Şam’da bir zaman kaldıktan sonra tekrar İstanbul’ a döner. Tahtakale’de muhasebe işlerini görürdü. Bir yandan hocalık yapıyor bir yandan kendi ekmeğini el emeğiyle kazanıyordu. Sami Efendi el emeğine, alın terine çok önem verirdi. Çok sevilen ve saygı gören bir kişi olduğundan hediyelerle geçinebileceğini hiç düşünmez aksine buna şiddetle karşı çıkardı.
Az yer az uyurdu
Hocanın derslerine her kesimden insan gelirdi. Sami Efendi sohbetlerinde mutlaka Ashab-ı Kiramdan söz ederdi. Tevazusu ve cömertliğiyle insanların gözünde çok değerli bir zat olmuştu. Çok düşünceli bir insandı. Bir yere giderken dolmuşu kullanmaz, yürürdü. Dolmuş parasını da infak ederdi. Paradan, dünya işlerinden vazgeçmeyi onun yanına gelenlere de söylerdi. Onu çok tanımayanlar da Sami Efendi’de farklı bir hava olduğunu hissedebilirdi. Nitekim bazı derslerde Hocayla cemaat diz dize oturur, bir süre konuşmazlar ve ardından hıçkırarak ağlamaya başlarlardı. Duygularını etrafındakilere yayabiliyordu. Diyaneti olmayan insanlar bile ona hürmet ederdi. Az yer, az uyurdu. Gecenin neredeyse her saati uyanık olurdu. Secdeye çok önem verir bunu da sohbetlerinde dile getirirdi.
Ayağını hiç uzatmadı
Sıradan bir insan olmayı yeğleyen bu zat şöhretten hep kaçmıştı. Halkın içinde bir Müslüman güzeli olarak yaşardı. Daima edep ve ciddiyet içinde olurdu. Öyle edepliydi ki hep dizlerinin üzerinde oturdu. Ayağını uzatmaz bağdaş bile kurmazdı. Ona yapılan saygı ve hürmete karşılık o daha saygılı ve hürmetli davranırdı. İnsanları aşağılamaz., onları yaratandan ötürü severdi. Kimsenin kusurunu yüzüne çarpmazdı. Kırmadan incitmeden o kimseleri uyarırdı. Evinde misafir eksik olmazdı. Onu ziyarete gelenleri ayakta karşılar, sohbet eder, yemekler yedirir ve yine ayakta kapıya kadar uğurlardı.
Hayatı hocasından aldığı öğüt doğrultusunda yaşardı. İncitmemek kolay, incinmemek zor olan. Her yaşananın Allah’tan olduğuna inanır, hiç sitem etmezdi. Bu yüzden incinme duygusunu yaşamazdı. Tabi etrafındakileri de incitmezdi. Çocukları çok sever onlara efendi diye hitap ederdi. Sünnet-i seniyyeye çok bağlıydı. En büyük endişesi de kul hakkıyla, Rabb’ın karşısına çıkmaktı.
Her daim abdestli
Tüm bunların yanında iyi derecede Fransızca bilirdi. Fakat asla bu kelimeleri kullanmaz, Türkçe’nin duru kullanılmasına özen gösterirdi. Hocanın en önemli özelliklerinden bir tanesi de sürekli abdest almasıdır. Muhasebe defterine yazı yazacakken dahi abdest alırdı. İnsanlara öğüt vermekten hoşlanmazdı. Konuşmaktan çok kendi haliyle örnek olmayı daha doğru buluyordu.
Ölüme yaklaştığı yıllarda ciddi rahatsızlıklar geçirdi. Fakat kimseyi üzmemek ve halinden şikâyetçi gibi olmamak için sesini çıkarmazdı. Bir gün eşine Medine’ ye gitme vaktinin geldiğini söyledi. Bu Hocanın en büyük arzusuydu. Bir süre sonra Medine yollarına düştüler. Mukaddes yerlerde 5 yıl kadar kalırlar. Yıl 1984 olmuştur, Mahmut Sami Efendi 92 yaşında ahir ömrü boyunca kalbinden ve dilinde düşürmediği Allah’ a kavuşmuştu. Ölüm arzusuna Medine’de kavuşmuştur. Edep ve tevazuuyla yaşadığı hayatı öyle tamamlar. Ölürken dahi dizlerinin üzerinde, edeple beyaz yolculuğuna çıkmış ve Cennet’ül Baki’ye defnedilmişti.
(Sevde Kaya, Temmuz 2011)

Ceseti Çürümeyen Arapbaba, Harput, Elazığ

Akşemseddin’den Öğütler

Hikmet ehli insanların vasiyetleri bir anlamda istikamet üzere yaşanmış hayatın bir özetidir. Akşemseddin hazretleri’nin oğullarına ve talebelerine vasiyeti de hepimizin bildiği ama yine de hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz bir öğütler manzumesi.Bakın neler tavsiye ediyor Akşemseddin hazretleri:
  • Her işe besmele ile başla!
  • Temiz ol.
  • Daima iyiliği adet edin.
  • Tembel olma.
  • Namaza önem ver.
  • Nimete şükür, belaya sabret.
  • Dünya mutluluğuna mağrur olma.
  • Kendini başkalarına methetme.
  • Namahreme bakma. Harama bakmak gaflet verir.
  • Kimsenin kalbini kırıp viran eyleme.
  • Düşen şeyi alıp temizleyerek yersen, fakirlikten kurtulursun.
  • Edepli, mütevazi ve cömert ol.
  • Tırnağınla dişini kurcalama.
  • Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.
  • Yalnız bir evde yatmaktan sakın.
İslam medeniyeti’nin yetiştirdiği mümtaz isimlerden biridir. Kendisi mikrobun tanımını ilk yapan kişidir. Ancak laboratuar ortamında ispat etmediği için bilimsel olarak bugün kabul edilmemektedir. Pasteur mikrobu deneysel olarak gözlemleyip tanımlayınca mikrobu bulan kişi olarak kabul edilmiştir. Her şeye rağmen Akşemseddin hazretleri Fatih Sultan Mehmet han gibi bir üstün bir şahsiyeti yetiştirdiği için ve de İlim dünyasındaki batıni ve nazari çalışmaları ile kalplerimizde silinmeyecek bir yerdedir. Güzel ahlakı bize yol gösterecektir. Allah rahmet etsin. Ruhun şad olsun ey güzel hocamız.
(www.netpano.com, Haziran 2011)

Hz Ali’nin Şehadeti

Hazret-i Osman zamanında çıkan fitne ateşi Dört büyük halifenin sonuncusu olan Hazret-i Ali zamanında da devam etti. Bunun için beş sene süren hilafeti zamanında sükun ve huzur bulamadı.
Zamanındaki fitne ocağı olan Haricilere savaşmış ve hepsini de perişan etmişti. Bunlardan, kin ve intikam ateşiyle dolu olanlar, zaman zaman bir araya gelerek, nasıl intikam alacaklarını planlıyorlardı. Sonunda; Hz. Ali , Hz. Muaviye ve Hz. Amr bin Âs’ı öldürmeğe karar verdileri. Hz. Ali’yi , Abdurrahman bin Mülcem öldürecekti.
İbnü Mülcem, Hazret-i Ali’i kollamağa başladı. Bir gün sabah namazından önce Halifenin geçeceği yola pusuya yattı. Hz. Ali’nin geldiğini görünce İbni mülcem âniden arkadan üzerine atılarak zehirli kılıcını indirdi.
Hz. Ali ağır yaralıydı. Durmadan kan kaybediyordu. O vaziyette iken bile yanındakilere dönerek, camie gidip sabah namazını kılmalarını, vakti geçirmemelerini söyledi. Namazı kıldırmak için de yerine vekil tayin etti.
Oğlu Hz. Hasan’ı yanına çağırarak:
Bunun yemeğini yedirip istirahatini de temin edin. Eğer yaşayacak olursam ya affederim veya cezasını veririm. Eğer ölürsem, cezasını verin fakat aslâ haddi tecavüz ederek Müslümanların kanlarına girmeyiniz. Zira Allah haddi tecavüz edenleri sevmez.” buyurdu.
Kendisine, “Yâ Emire’l mü’minin, şayet size bir hal olursa oğlun Hasan’ı halife saçelim mi?” diye sordular.“Ben bu hususta sizlere ne emrederim ve ne de nehyederim. Siz işinizi daha iyi bilirsiniz. Resûl-i Ekrem’in bu meseleyi bıraktığı gibi ben de bırakacağım.” buyurdu.
Durumu gittikçe ağırlaşyordu. Devamlı olarak kelime-i tevhid ile âyet-i kerimeler okuyordu. Bir ara yanına oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i çağırdı. Onlara şu şekilde nasihatta bulundu:
Evlâtlarım! Sizlere Allah’a karşı müttaki olmanızı vasiyet ederim. Daimâ doğru söyleyin ve yetimlere acıyın. Âhiret için iyi ameller işleyerek sıkıntıya düşenlerin imdâdına koşun. Zâlimin hasmı olup mazluma daimâ yardım edin. Allah’n kitabı ile amel edin ve Allah yolunda olmaktan sizi hiçbirşey alakoymasın.”
Bu nasihatlerden sonra Hz. Ali âyet-i kerimeler okumağa başladı. Vefatında, son sözü “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” oldu.
(Sorularla İslamiyet, 2006)
Biri Sana Sırtını Çevirirse Üzülme,
Böylece Dostunu Düşmanını Ayırtetmiş Olursun.
Hz. Ali (r.a)

Abdülkadir Geylani Türbesi

Bağdat – Irak

Tahir Büyükkörükçü Hoca Kimdir?

1925 Konya doğumlu. İlkokulu mahalle okulunda okur. Konya’da Karma Ortaokulu olarak bilinen meşhur okula devam eder. Üçüncü sınıfta okuduğu sıralar, bir gün Kapu Camiine gider. Cami kürsüsünde bir hoca efendi çok etkili bir üslûpla cemaate vaaz etmektedir. Vaazdan öylesine etkilenir ki, içinden ‘ben de böyle ilim sahibi ve güzel konuşan bir vaiz olsam‘ diye geçirir. Daha sonra bu okulu bırakarak bu vaizden dersler almaya başlar.
Tahir Büyükkörükçü
1940 yılında siyasi baskılara ve yasakçı tutumuna rağmen kitaplarını gömleğinin içinde saklayarak hocasından icazet alıncaya kadar tek başına kararlı bir şekilde eğitimini tamamlar. Konya’nın Meşhur hoca efendilerinden Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hocadan Hadis ilmini öğrenir. Ebû Said Muhammed Hâdimi hazretlerinin Berika adlı eserini de, Kurucu Hoca’dan okur. Bu arada, o günün hafızlık merkezi olan Bulgur Tekkesinde hafızlık çalışmalarına devam eder. Fırsat buldukça da Hacı Hâki Efendiden Farsça dersleri alır.
Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hoca
Vaaz Kürsüsü- Meclis Kürsüsü- Cezaevi
Hayran olduğu Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretlerinden de manevi ders alan Tahir Büyükkörükçü, kararlı ve titiz bir derviştir artık. Asker dönüşü, eski garaj civarındaki Boncuk Camiinde imamlığa başlar diğer yandan da yarım kalan hafızlığını tamamlar. Çeşitli camilerde verdiği vaazlara ilgi her geçen gün artar. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki bir vesile ile Konya’ya gelir ve Tahir Hoca’nın vaazını dinler, çok beğenir. Prosedür gereği yapılan bir imtihanla Tahir Hoca Konya merkez vaizliğine tayin edilir: Yıl 1951.
Ahmed Hamdi Akseki
1960 İhtilaline kadar ateşli ve etkili vaazlarına devam eden Tahir Hoca, İhtilalin sıkıntılı günlerinde dahi vaaz vermeye korkmadan devam eder. İki yıl sonra mahkemeye verilerek vaizlik vesikası elinden alınır ve sekiz ay konuşturulmaz. 1964 yılında Burdur’a sürgün edilir. Hocaya ceza verdiğini sananlar Burdur halkına ödül vermiştir aslında.
1965‘teki siyasi değişiklik sonrası, Konya’ya müftü olarak döner. Yedi yıla yakın devam eden müftülük döneminden sonra kendi arzusu ile tekrar kısa bir süre vaizlik yapar ve 1973 yılında emekliye ayrılır.
Siyasetten hiç hoşlanmadığı halde büyüklerinin isteği ile 1977 yılında Milli Selamet Partisi’nden Konya milletvekili olarak Meclise girer. 12 Eylül darbesinde tutuklanır; ‘İslâmî esaslara dönülmesini ve İslâmî devlet kurulmasını istediği’ iddiasıyla Askeri Mahkemece yargılanır; 11 ay cezaevinde kalır; beş yıl devam eden mahkemelerden sonra 1985‘te berat eder. Cezaevinden çıkınca tekrar Kapu Camii ne döner ve vaazları 1999 yılına kadar devam eder.
İsmet İnönü’nün korkulu rüyası
1965′de Burdur’da iken Denizli’de başlayan salon konuşmaları 1960-70′li yıllarda bütün Türkiye’ye yayılmıştır. Adana, Ceyhan, Kayseri, Malatya, Sivas, Diyarbakır, Erzurum, Nevşehir, Karaman, Niğde, Samsun, Eskişehir, Isparta, Ankara, Maraş, Bursa. Konuşmaları yurtta büyük coşku oluşturmuştur. 1968′deki meşhur İzmir Alsancak Spor Salonu konuşması, o günün siyasilerinin fevkalade dikkatini çekmiş ve İsmet İnönü bir meclis konuşmasında Tahir Büyükkörükçü’den söz ederek şöyle demiştir: Hükümeti destekleyen 3 sac ayak var. Birisi, Said Nursi, birisi Konya Müftüsü birisi de Gazali.”

0 yorum:

Yorum Gönder